Dumlupınarlılarınforumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mehmet Ali BULUT'un yazıları

Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Talut Calut'u yener, nitekim yenmişti...

Mesaj  kaplan 5th Ekim 2008, 20:00

Mehmet Ali BULUT'un yazıları 100 Yazılarımı okuyanlar bilirler ki, AK Parti’ye sık sık ‘mıntıka temizliği’ yapması gerektiğini hatırlatmışımdır.

Mehmet Ali Bulut
Başa gelen akıbetler konusunda kişinin ‘yediğine bakması’ lazım geldiğini de…

Çünkü ‘Patiska’, ‘Kara Şayak’ ile bir mücadeleye tutuşacaksa, üzerindeki minnacık lekeyi dahi temizlemek zorundadır.

Eğer patiska olma iddiasında iseniz, her gün yunmalısınız. Zira patiska ‘kara şayak’ın kirli olduğunu kolay ispat edemez. Ama kirli şayak, tertemiz patiska gömleğin yakasındaki küçücük bir ter izini bile kirliliktir diye gösterebilir ve ispatlar…

İşte şu sıralarda yaşanmakta olan kavga böyle bir kavga!

Giyiliyor olmaktan dolayı şu veya bu şekilde kirlenmesi mukadder olan patiska gömlek ile kirlilikten muşambaya dönmüş kirli şayak şalvarın kavgasını izliyor Türkiye.

Evet malum medya patronu ‘kirliliği ispat edilemeyecek’ bir ‘kirli şayak’tır. Zaten şayak kumaş onun için üretilmiştir. Ve kirliliği göstermediği için makbuldür.

Köylüler ondan şalvar yaparlar. Yani tabiatı bu!
* * *
Fakat gariptir ki, şimdi o kirli şayak ‘paklık!’ iddiasında bulunuyor. Beyaz gömleğe diyor ki ‘bak, senin de yakanda kir var; sen de benim kadar kirlisin!’

Tam bu zamane göre! Zamanenin tabiatını anlatmak için sık sık deterjan örneğini veririm. Deterjanlar güya ‘temizleyici’dir, malum.

İnkar edebilir misiniz? Hayır, deterjan elbisenizi temizler ama tabiatı, çevreyi, doğayı, otu, çimeni kirletir. Kirletmek ne kelime, onun aktığı yerden ot bitmez. Fakat diyemezsin ki kirleticisin!

Din âlimlerimize bakın. Diyebiliyor musun ‘sen alim değilsin’ veya ‘dindar değilsin’ diye. Adam ‘din adamı’. Ama bir vurdu mu dinin belini kırıyor. İşte bu zaman böyle!

Bakınız, koca Doğan Grubu’nun –ki sanırım gurubu hayli yaklaştı- yazarları nasıl hepsi ‘suret-i hak’ka büründüler!

-Basın özgürlüğü imiş! Peeeeeh!

Neyse. Görüyorsunuz Tayip beyin işi zor. Ama kazanmak zorunda! Yoksa….
* * *
Tayip Bey’in bir başka zorluğu daha var ki, asıl vazifesi o. Asıl o zoru başarması lazım ama sanırım henüz bilmiyor. Onu başarsa, tarihe geçecek! “Beklenen” olacak!

Batılı emperyalistlerin, hile, entrika ve içimizdeki hainlerin işbirliği ile bizi içine düşürdükleri şu ‘Ergenekon’dan (Ergenekon örgütünü kast etmiyorum) çıkmaya millet olarak muvaffak oluruz ve o da ‘kurtarıcı’ olarak efsane geçer!

O da şudur:

Başbakan, her şeyi göze alarak Türkiye’deki her türlü ‘hukuk dışı’ yapılanmayı bir tür ‘ergenekon’ kabul edecek ve onları ya ıslah ya imha edecek!

Siyasi olsun askeri, olsun, dini olsun içtimai olsun... Ne kadar ‘hukuk dışı’ yapılanma varsa, hepsini, bir tür ‘mafya’ sayıp ya hukuk içine çekecek ya yok edecek!

Türkiye’nin tek çıkışı, tek kurtuluşu bu!

Yoksa millet, vatan, Sakarya diyen, din diyanet iman diyen çıkıyor bir tezgah kuruyor ve gariban milleti söğüşlüyor. Bütün bunlar bir tür ‘ergenekon’culuktur ki, milletin kudretini, gücünü, ümidini imha ediyor.

İşte diyorum ki, Ey Başbakan, mademki bu millet sana itimat edip seni ‘Ulul emr’ yaptı, senin ona ‘adalet ve insaniyet’ getireceğine bel bağladı. Gel bu ümidi boşa çıkarıp ‘mütrafin’ olma!

Yapacağın çok basit!

Talut’u kendine örnek al. Talut, biliyorsun. O, despotları temsil eden Calut(Golyat)’a karşı harekete geçtiğinde, tıpkı Yavuz Sultan Selim gibi anladı ki düşman sadece karşıda değil. Kendi ordusunda da mevcut! Ordusunda dört bin asker vardı…

Talut, yol süresince, ordusundaki zaafları hissetti. Askerlerinin büyük kısmının ‘asker kıyafeti’ giymiş çapulcu ve bozguncu olduğunu anladı. Bu ordu ile savaşa girmek büyük riskti. Ne yapması gerektiğini düşünürken Cenab-ı Allah ona bir ‘tedbir’ ilham etti.

Talut, ağır ve sıcak bir çölü geçmekte olduğu ordusunu durdurdu ve şöyle hitap etti:

“Askerlerim, ileride önümüze bir su kaynağı çıkacak. O sudan, bir yudumdan fazla içmeyin! Kim bir yudumdan fazla içerse benden değildir!” dedi.

Ve sonra o su ile karşılaştılar. Dört bin askerin yüzde 93’ü kana kana su içti. Su içmeyenler 314 kişiden ibaretti. (Bedir savaşında da bu sayı vardı)

Onlar emre uymayı, (yani ‘davayı’) susuzluklarına( yani nefsin hırs, şehvet ve mala meyline) tercih edebilmişlerdi. Diğerlerinin tamamı, nefislerine yenik düştüler.

(Şimdi küçük bir bahis açacağım: Tevrat’ta Talut, Saul diye geçer. (Saul= ruh, ruhani, maneviyet anlamınadır.) Dinin ruhunu temsil eder. Calut ise cilt demektir ve mananın zıddı yani maddeyi temsil eder. Materyalizmin mümessilidir. Talut’un, Kur’an’daki kullanımı ile manası ise ‘onaran, sıvayan, çatlakları kapatan’dır. Bir de bu açıdan bakılırsa şu milletin Tayyib beyden neyi beklediği daha iyi anlaşılır! Sayın Başbakan henüz bilmese de…)

Tayip bey de bu çerçeveden etrafına bakmalı…

Eğer sevgili Başbakanımız, önümüzdeki –ki çoook yakın olduğunu seziyorum- seçimlerde, ekibini, ‘suyu geçebilen’ erlerden oluşturamazsa, etrafına onları yeniden toplayamazsa, yine maslahata uyup buldukları her fırsatta ‘suya banıp kananlar’la yoluna devam ederse, biz daha çook Calut sultası altında ıstırap çekeriz. Kendisi de kaybeder!

Ama buna hakkı yoktur. Çünkü bugün –bunu hak ediyor olsun olmasın- Tayip beyin kaybetmesi, milletin ve dinin kaybetmesi olacaktır. Şahsen benim gönlüm, buna razı değil.

O, ne yapıp edip etrafına, o 314 kişiyi toplasın! Unutmasın ki, Calut’in bin türlü tezahürü var. Bazen ‘doğan’ olur bazen ‘şahin’ olur! Nitekim kendisinin de adı ‘Talut’ değil.

Ben az söyledim siz çok anlayın!

Tabi ‘bu da kimdir, bana akıl veriyor!” derse, o da onun feraseti! Biz onu Talut biliyoruz. Ve diyoruz ki “askerini ‘o su’dan geçirmeden savaşa girme!”



11.Eylül.2008 23:

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Bahçeli'nin teklifi 'eyvah' dedirtti10 Ekim 2008 08:43 Mehmet Ali BULUT/gasteci.com

Mesaj  kaplan 10th Ekim 2008, 15:31

Mehmet Ali BULUT'un yazıları 341720080801093616288 Bahçeli'nin teklifi 'eyvah' dedirtti
10 Ekim 2008 08:43
Gaste
Mehmet Ali BULUT'un yazıları Fontpxtxt Mehmet Ali BULUT'un yazıları Fontpx10 Mehmet Ali BULUT'un yazıları Fontpx12 Mehmet Ali BULUT'un yazıları Fontpx14 Mehmet Ali BULUT'un yazıları Fontpx16










window.google_render_ad();



KÜRT K?M?N UMURUNDA BE KARDE?!


MHP lideri Devlet Bahçeli, Irak s?n?r?nda tampon bölgeler olu?turulmas?n? isteyince “eyvah” dedim; “bu fikre ?imdi herkes bal?klama atlar. Allah vere iktidar da oltaya gelmese…”


Allahtan CHP hemen olaya sahip ç?kt? da iktidar uyand?, teklife mesafeli durdu…


Ben Bahçeli’nin böyle bir teklifte bulunmas?n? yad?rgamad?m. Çünkü maalesef bizim milliyetçili?imiz -ki genelde tüm ?rkç? milliyetçilikler, bir tür s?? dü?ünmenin eseridir- ça?da? ve günün meselelerine uygun öneriler sunma kabiliyetini kaybetti. Türk milliyetçisi dü?ünmüyor, yeni fikirler üretmiyor. Osmanl? dönemi milliyetçilerinin üretti?i fikirler ?????nda olu?turduklar? ?ablonlar çerçevesinde meseleler kar??s?nda evet ve hay?rdan ibaret iki tav?r sergiliyorlar.


Halbuki, Türk milliyetçili?i fikir üretebilen bir vatanperverliktir. Ve ta kayna??ndan itibaren de ‘müsbet’tir. Yani, di?er ?rklar? a?a??lamaktan uzak, do?rudan millete hizmet etmeyi esas alan bir anlay??tad?r.


Asl?nda ortaya ç?k?? zemini aç?s?ndan Türk milliyetçili?inin, ‘di?erini d??layan’ bir tav?r almas?n?n imkân? yoktu. O yüzden Türk milliyetçili?i – ki ****** milliyetçili?i de bu çizgidedir- kendisini bu vatan?n bir parças? sayan herkesi, Türk kabul eder ve benimser…


Bu tür bir milliyetçilik anlay???, kimseyi rahats?z etmezdi, etmiyordu. Problem çözme ve yeni olu?umlar kar??s?nda yeni fikirler üretme noktas?nda da taraftarlar?n?n elini güçlendirirdi. Nitekim, “Türk – ?slam sentezi” denilen ‘imtizac” böyle bir aç?l?m?n eseriydi. Bediüzzaman bile böyle bir milliyetçilikten rahats?z de?il. Hatta “Bu milletin himmeti hakikat-i mümtezice ile pervaz eder (yani Türk ve ?slam’?n birlikteli?i ile) ” der.


Nitekim ‘Nerede Türk varsa ?slam’d?r, ?slamiyet’le ba??n? kesmi? olan Türklerin, Türklükle de alakas? kalmam??t?r” demesi de bundand?r. Böyle bir milliyetçilik anlay???n?n do?al olarak sorumluluk alan? da geni?tir. Sadece Türkün de?il Müslüman?n da menfaatini gözetir. Mamafih eski milliyetçilik anlay???m?zda, mazlum duruma dü?mü? ‘Müslüman’ bir Kürd, bir Arap, bir Çeçen veya Çerkez, bir Bo?nak yahut Arnavut; en az Kerkük, K?br?s, Karaba?, Do?u Türkistan ve Bat? Trakya Türkü kadar yüreklerimizin ?efkatini celbederdi...


Ama maalesef, Marksist Leninist PKK’n?n, Kürtlerin hesab?na yapt???n? iddia etti?i insafs?z eylemleri Türk milliyetçilerinin de kimyas?n? etkilemeye ba?lad?.


Bir taraftan PKK’n?n sergiledi?i vah?et, di?er taraftan yine Marksist Leninist zeminde ye?eren anti ?slamc? ulusalc?lar da milliyetçi söylemler kulland?klar? için; müspet çizgide geli?en Türk milliyetçili?ini,‘d??layan’ ve ‘ötekile?tiren’ ?rkç? bir kimlik tak?nmaya zorluyorlar.


MHP’nin taban? da bu zorlamadan etkileniyor. Her gün teröre kurban verilen canlar?m?z da bu yakla??m? besliyor maalesef. Böyle bir ortamda milliyetçilerden sinirlerine hakim olmalar?n? ve geni? ufuklu fikir üretebilmelerini beklemek zor. O aç?dan böyle bir teklifin MHP’den gelmesi garipsenemez.


Fakat kesinlikle çözüm de de?ildir! Hatta yaran?n enfeksiyon kapmas?ndan ba?ka amaca da hizmet etmez!

* * *

CHP’ye gelince…

CHP, bu ülkede hep yasaklaman?n ve bask?n?n temsilcili?ini yapm??t?r adeta. Halk?, bask? alt?nda tutmak varken, istibdat ve cebir uygulama ihtimali varken serbestlikten, demokrasiden, vicdan hürriyetinden yana olmaya yana?maz. Çünkü o, bu millete zorla dayat?lm?? ‘Alt? OK’ cuntas?n?n bânisidir. ?slam kar??tl??? söz konusu ise kesinlikle ve rahatl?kla DTP ile de i?birli?i yapar. Mamafih yapt? geçmi?te.


Dolay?s?yla ne Türk milleti CHP’nin umurundad?r, ne de Müslüman Kürtler...


Hem CHP’nin fikir üretmesi de gerekmiyor! Bütün fikirleri 1940’l? y?llarda zaten üretilmi?! CHP’nin düzeni malum: k?tl?k, yokluk, yoksulluk, yoksunluk, karaborsa, Allah diyenin ipte salland?r?ld??? bir düzen. CHP düzeninde Kürtlere ve hakiki Alevilere nas?l davran?ld???n? görmek isteyenler aç?p Mustafa Mu?lal? olay?n? okusunlar!


* * *

Peki, bu tampon bölge teklifine sadece MHP ve CHP önerdi?i için mi kar?? ç?kmak gerekiyor?


Elbette hay?r!


Gerçi ben kendi pay?ma CHP’den gelen her türlü teklife itina ile yakla??r?m. Çünkü insan ürkmesi hayvan ürkmesene benzemez. CHP geçmi?te yapt?klar?yla, milleti öyle ürküttü ki, art?k ‘Allah bir’ dese ‘acaba!’ diyecek hale getirdi.


Ama inan?n bu teklife kar?? ç?kmam teklifin MHP’den veya CHP’den geliyor olmas?ndan de?il. Mahza ve bizzat teklifin kendisine kar??y?m.


Bu teklif, ?u meselede çare de de?il. Pansuman bile de?il. Olsa olsa, aç?k bir yaray?, onu azd?r?p kangrene çevirecek mikroplarla dolu bir paçavra ile sarmaya benzer.


PKK, s?n?r?n ötesinden gelmiyor ki! ?ehirlerimize inmi?, da?lar?m?zda cirit at?yorlar.


Bütün bunlar gösteriyor ki, biz hala meseleye do?ru te?his koyamam???z. Terör, bu i?in sadece servis hizmetidir… PKK’n?n vah?etlerine, onlar?n yöntemleriyle mani olmak, i?in kolayc? yan?… Zaten onlar?n istedi?i de bu!


Ortada ne kadar d??lama, kan, gözya?? olursa PKK o kadar büyüyecek ve Kürt halk?n? temsil etme iddias? da o kadar artacak!

* * *

Asker, ?iddetten ba?kas?n? bilmez. Dünyan?n neresinde olursa olsun, bir mesele askere havale edilmi?se, asker önce, özgürlük alanlar?n? daralt?r. Sonra s?k? bir kontrol ba?lat?r ve ard?ndan herkesi evine t?k??t?r?r. Böylece ortal?k süt liman olmu? olur! 12 Eylül sabah? da öyle olmam?? m?yd??


Asker yetkilerinin k?s?tland???ndan rahats?z, daha çok yetki istiyor. Ne yapacak bu yetki ile peki? Bölgede Ola?anüstü Hal ilan edecek! Polis hizmetini de kendisi görecek! ?üphelendi?ini sorgusuz sualsiz içeri alacak, birilerinin içeriye al?nanlar?n pe?ine dü?mesine mani olacak.


Peki ?u anda yeniden talep etti?iniz tedbirleri, o bölgede OHAL çerçevesinde y?llarca tatbik ettiniz de çare mi oldu?


Çare olsayd?, bugün bunlar tart???l?r m?yd??


* * *

Efendiler, ?u meselenin çözümünde askeri tedbirler çare de?il. ?nan?n bask? da çare de?il. E?er ?u terör, maksats?z bir anar?i olsayd?, derdim ki, Almanlar gibi dökün üzerine benzin yak?n!


O da çare de?il Zaten bölgede bunu Saddam yapt?. Bunu ondan önce de Firavun yapm??t?!


Ama muvaffak olamad?lar. Olamazlar da. Zulüm ile, istibdat ile, tampon bölgeler olu?turarak bir sorun çözülmez. Sadece yüreklerdeki gayz? ve öfkeyi artt?r?rs?n?z.


Öyle ise önce i?in ad?n? do?ru koyacaks?n?z. Halk?n?za halk?n?z gibi davranacaks?n?z. ?nanc?na sayg? gösterecek, onun ba?kalar? taraf?ndan istismar edilmesine, aleyhinize kullan?lmas?na mani olacaks?n?z ki, bu da ‘kalplerin telifi’ ile olur. Bask?yla, zulümle olmaz. Koruculuk sistemiyle hiç olmaz.


Zaten koruculuk sistemi, a?al???n yeniden in?as?ndan ba?ka bir amaca da hizmet etmedi. Ha bir de bo? zamanlar?nda ?ehirlere inip mafyac?l?k yap?yorlar…


* * *

Bu terörün önünün al?namamas?n?n birçok yönü var. Bir yönü devlete; yani sisteme ve rejime bak?yor. Bir yönü hükümete yani siyasete bak?yor. Bir yönü insana, yani millete bak?yor. Millete bakan yönü, iman ile alakal? oldu?u için izah? bu yaz?n?n boyutunu a?ar.


Meselenin en kolay çözüme kavu?turulaca?? nokta, devlete bakan yönüdür. Devlet genelde, ideolojik yakla?m?yorsa adil davran?r. Ama bizim gibi, ‘ideolojisi mant???n? a?an devletler’ halklar?n?; ‘benden yana olanlar’ ve ‘ötekiler’ olarak ikiye ay?r?r ve birini ??mart?rken di?erini ezer. Milleti meydana getiren unsurlara tek tek sorun. Bakal?m ?u rejimden memnun olan var m??


Hay?r! Bir dedikleri iki edilmeyen askerler ve bir k?s?m sistem bekçileri d???nda kimse bu rejimden memnun de?il. Demek ki birinci problemimiz bu. Önce adil bir devlet yap?s? olu?turaca??z!


Hükümete bakan yönüne gelince… Hükümet ?apkas?n? önüne koyup, neden bugüne kadar bütün yat?r?mlar?n belli merkezlerde topland???n?n muhasebesini yapmal?. Eski?ehir’in ötesinde, K?r?kkale silah fabrikas? d???nda yat?r?m olarak ne sayabilirsiniz bilmiyorum ?skenderun Demirçelik Fabrikas? d???nda.


Gaziantep’in kendi ba??na yapt??? birtak?m yat?r?mlar? ve çabalar?, Yozgat’?n son birkaç y?ld?r gösterdi?i performans? bir tarafa b?rak?rsak, Ankara’n?n öbür yan?, bat?s?ndan en az 50 y?l geri.


AK Parti, ?imdi bölgeye giriyor ama yanl?? yöntemlerle. Zaten as?rlard?r, a?a ve devlet s?rt?ndan geçinmeye al??m?? bir halka, devlet kesesinden birtak?m yard?mlarda bulunmak, onlar? daha beter ‘seele’ yapar.


Hükümet gerçek bir doktor gibi önce bölge insanlar?n?n dertlerini te?his etmeli. Tabii ki, bunu yapmas?na mani olacak çok unsurlar var. -Terör onlardan sadece bir tanesidir. Hat?rlay?n PKK’n?n ilk hamisi Suriye ve Yunanistan’d?.-


Bugüne kadarki hükümetler hep uzaktan yaz?lm?? reçetelerle bölgeye yöneldiler. Görmeden, hastan?n as?l derdinin ne oldu?unu bilmeden yap?lan bu tedaviler (?ane, yem yiyecek yard?m?, ye?il kart, vatanda??n vergiden, elektirik faturalar?ndan illegal muafiyeti… vs.) hastal??? daha da ?iddetlendirdi. Çünkü açl?ktan k?vranan ve o yüzden mide a?r?s? çeken insanlara biz buradan haz?m ilac? gönderdik.


E?k?yal?k ve kan davas? gibi husumetlerle vücudu iltihaplanm?? topluma, iltihab? artt?racak ilaçlar (Hamidiye alaylar? ve köy koruculu?u vs. gibi) göndermek, acaba tedavi midir, yoksa ölüm mele?ine davetiye midir?


Bu bir istibdatt?r. Yaralar? sarmak yerine y?llarca uzaktan gönderilen ilaçlarla o bölge insan?n? daha da hasta ettik. Padi?ahl?k ve Tek Parti dönemini k?nayabiliriz. Ama güya demokrasiye geçti?imiz daha sonraki zamanlarda da ?u istibdat dönemlerinin yöntemlerini kullanmaktan geri durmad?k!


Biçare milletin halini anlamad?k. Mamafih bölge halk? da tembelli?iyle buna f?rsat vermedi. Kar??l?kl? vehim ve korku belas?ndan dolay? hükümetlerin yapmak istedikleri iyi ?eyler de netice vermedi. Verilen te?vikler iç edildikçe hükümetler de bölgeyi gözden ç?kard?.


?mdi, MHP ve CHP, askeri kesimin haz?rc? ve kolayc? yakla??mlar?na çanak tutarak eski halin daha da ?iddetlenerek devam?n? sa?layacak bir teklifte bulunuyorlar. Halk nezdinde giderek me?ruiyetini yitiren ?u vah?et örgütüne itibar kazand?racaklar.


AK Parti asla bu oyuna gelmemeli. Gidip o bölgede çad?r kurmal?. Yerinde inceleme ve te?his koyan doktor gibi hastay? gözle görmeden, röntgenini almadan MR’?n? çekmeden ilaç yazmamal?. Ve bütün bunlar? demokrasiden asla taviz vermeden, bask? ve ?iddete ba?vurmadan ve terör öfkesine kap?lmadan yapmal?.


Oraya gönderece?i ‘hâz?k hekim’ler, ‘zül cenaheyn’ (Türk ama Kürtten nefret etmeyen Türk) olmal?. Bölge halk?ndan birilerini gönderdi?inizde, var olan husumetlerin önünü alamazs?n?z. Çünkü geçmi?teki a?al?k ?imdi siyasetçilik perdesi alt?nda sürüyor. Bölgeye gönderece?iniz ?u insanlar?n eline Bediüzzaman’?n Münazarat adl? eserinde tam bir as?r önce haz?rlanm?? ?ifa reçetelerini de veriniz ki, o bölge için do?ru bir hal çaresi bulunmu? olsun. Yoksa PKK’n?n her vah?eti sonras?nda OHAL önünüze ‘çare’ olarak konulur. O da sadece PKK’y? besler ve onu Türk devletine kar?? kullanan mihraklar?n taleplerini artt?r?r!


O üstad? dinlemelisiniz. ??te o zaman, ?u terör belas?n?n belini k?rmakla kalmaz, ayn? zamanda kendinize harika bir dost millet kazanm?? olursunuz.


Ha eliniz de?mi?ken, oralardan ?öyle yukar?lara ç?k?p, Ermenilerle olan husumetimize de bir çare bulun ki, bu milletin himmeti pervaz etsin de önümüzdeki bin y?llar bizim as?rlar?m?z olsun. ?n?allah!

MEHMET AL? BULUT - GASTEC?.COM

mabulut@gmail.com

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Sermaye ve iktidar! Mehmet Ali BULUT/GASTECİ

Mesaj  kaplan 22nd Ekim 2008, 03:27

Bundan böyle, börtü böcek çer çöp çiçek cinsinden şeyler yazacağım demiştim ya elim varmıyor ki.
Mehmet Ali Bulut
Ama bugün yine de doğrudan siyasetle ilintili olmayan ama siyasete altlık teşkil eden iki üç konuya temas edeceğim.


Birincisi iktidar ve sermaye…


Malum bu ikisi asla biribirisiz olmaz. Nerede iktidar varsa, onun bir sermayesi de var. Yahut, nerede bir sermaye varsa onun bir iktidarı da var. Bunun, bir iki istisnası var gibi görülür, insanlık tarihinde; biri Calut ile Talut Savaşı diğeri ise Bedir Savaşıdır.


Yeryüzünde ideal (-yani din uğruna-) için yapılmış savaşlardır bu ikisi. En azından görünen yüzü budur.


Fakat bu savaşların ikisinde de servet ve sermaye dolaylı bir şekilde işin içine girer. (Mesela Bedir Savaşı, aslında Ebu Süfyan’ın servetine el koymak için yapılmış bir seriyedir ama Cenab-ı Hakkın muradıyla başka bir hal almıştır.)


Malum, Hz. Musa’dan sonra Filistin’e yerleşen İsrailoğulları, her zamanki gibi azıtınca Allah Sina yarımadasında oturan Amalikalıları onlara musallat eder. Amalikalılar Filistin’i işgal edip onları yurtlarından sürerler. Uzun süre çölde heder olan İsrailoğulları, sonunda Danyal alyhisselama müracaat edip, “Rabbine söyle bize bir lider versin de biz onun önderliğinde yeniden yurtlarımızı alalım” dediler.


Cenab-ı Hak da onlara Talut’u önerir. Talut yetenekli, güçlü ve cesur biridir ama zengin değildir. Hatta horlanan bir alt sınıfatan gelmektedir. (Tayip beyde ‘İma hatiplidir ve Beyaz Türk değildir’ diye az dışlanmadı biliyorsunuz! İlahi sırlar böyle işte. Tekrar edip durur ama görmek için göz lazım)


Fakat ilginçtir, varlık sahibi olanların “Serveti olmayan nasıl bize lider olur” şeklindeki itirazı, Danyal (as) tarafından garipsenmez.


Onlara şöyle der:

-Tamam Talut’un serveti yok. Peki o size, gücü, iktidar ve birlikteliği sembolize eden Musa’nın kayıp sandukasını getirse?


Servet sahipleri, bu teklife itiraz etmediler.


Demek ki, iktidarı asıl belirleyen servettir. Fakat servetten daha güçlü olan, kamuoyunun, yani yığınların desteğidir. Yığınların desteği, asla ‘adaletsizlik, haksızlık, vicdansızlık ve haram yiyicilik’ üzerine ittifak etmez… Bilmeden etse bile sürmez. Fark ettiği an silkeler atar. Onunla baş edilmez. Çünkü kamu vicdanı, fıtratın dilli, Rabbin muradıdır.


O yüzden, iktidarın tayininde, servetin karşısına çıkarılabilecek en güçlü faktör ‘kamuoyu’ denilen sessiz çoğunluktur. Kamunun vicdanı şer üzere ittifak etmediği için kanaati rahmanidir ve güçlüdür; baş edilmez.


Çünkü o daima, kudsiyet ile merbuttur. O yüzden “Alem-i İslam içinde mühim ve inkılapvari bir iş görmek islamiyetin desatirini inkıyad ile olabilir. Başka olmaz. Hem olmamış; olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş”


İmdi, şu vicdani kanaatin ittifakı ile iktidara gelen Ak Parti, iktidarın zahiri sebebi ve vasıtası olan ‘servet’i ve ‘sermaye’yi de kendi yanına çekmek için bir çaba içinde. Elbette iktidarda kalmayı isteyen her siyasi ekibin yapacağı budur. Nitekim geçmişteki tüm siyasi ekipler, kendilerine taraftar olan bir sermaye de oluşturdular. Yandaş sermayesi olmayanın –Ecevit gibi- iktidarı da kalıcı olamadı. Dolayısıyla Ak Parti’nin sermayeyi kendi safına çekmesi normaldir.


Fakat maalesef usul ve yöntemleri anormal!

Bu sözümün ne anlama geldiğini, korkarım, yerel yönetim sınavında görecekler… Muhalefet şu zaafı görse, iktidarın karşısına ‘becerikli ve dürüst’ isimlerle çıksa iktidar, İstanbul da dâhil birçok yerde riske girer.


* * *

İSTANBUL KAYBEDİLEBİLİR

İstanbul’da gelinen nokta şu:

CHP bile, ‘sağcı – mazbut, dindar’ diye niteleyebileceğimiz isimlerle seçmen önüne çıkmak zorundadır artık. Bu muhteşem bir gelişmedir.


Mazbut kelimesini ‘muhafazakâr sağcı’ manasına kullandım. Masonlar, roteryenler ve lionslar gibi genel anlamda solcu olmayan; azınlıklar, Museviler ve genel anlamda mukaddesatçı ve milliyetçi olmayan sağcılar ile DYP ve ANAP çizgisindeki merkez sağ ve milliyetçiler (MHP) de SAĞ içine dâhildir.


CHP’nin Ali Müfit Gürtuna ile paslaştığını duyuyorum. Ali Müfit Gürtuna, mevcut iktidar tarafından aforoz edilmiş olsa bile, şu yukarıda saydığım kesimlerden alacağı oy oranı, bugün bile yüzde 6-7 mertebelerindedir. CHP onun gibi ibr aday çıkarsa…


Saadet Partisi, Numan hoca ile şu günlerde soluk tazeledi. Numan Kurtulmuş, yıldızı parlak bir siyasetçi. Başbakan, onu çok kereler partiye çağırdı ama icabet etmedi.


Şayet Numan hoca, ‘para karşısındaki duruşu’ sağlam ve 1994-96 ruhunu taşıyan bir ekip kurup –ki elinde yeterince değer var- ‘dürüst’ kimlikli bir adayla çıkarırsa o da en az 5-6 hatta 7 puan alabilir. MHP’nin de 4-5 oyu vardır. Geçmiş dönem AK Partiye oy veren şu seçmenin yarısı kaçsa Ak Parti’nin işi zora girer.


Siyaset, artık, ‘kalelerin fethi’ işine dönüştüğü için, İstanbul’un Ak Parti’den alınması Akparti karşıtlarının üzerinde ittifak edecekleri en öncelikli yerdir. Çünkü İstanbul7u kaybetmiş bir AK Parti, kaidesini kaybetmiş heykel gibi boşlukta kalır…


Dolayısıyla Ak Parti, 2009 seçimlerini, 2004 seçimlerine benzetme gafletine düşmemeli. Çünkü o zaman, yerel yönetimler henüz Ak Partili değildi ve Ak Partili yerel yöneticilerin keli yarılmamıştı.


Şimdi icraatları görüldü. Kelleri yarıldı. Birçok yerde yerel imkânların nasıl fütursuzca kullandığı ayan oldu.


Ama bunlar yeniden aday olmak için can atıyorlar. Şayet Ak Parti mevcut yerel yöneticiler stoku ile önümüzdeki yerel seçimlere girerse, yüzde 10-15 fire verir. Dost acı söyler. Ben hafif söylüyorum, siz çok anlayın.


Başbakanımız inanmıyorsa Maliye Bakanına tamlat versin, şu zatların imkânlarını çaktıramadan inceletsin. Görecektir. Delil istemeye vesika beklemeye hacet kalmaz.


Benim kendi hasabıma yaptığım anket şu: Herhangi bir ildeki Ak Partili dostlarımdan soruyorum:

-“Vicdani manada oy kullansanız, mevcut belediye başkanınıza bir kere daha oy verir misiniz?


Aldığım cevapların yüzde 80’e yakını ‘hayır!’dır. Gerekçe de yukarıda söylediğimdir. Üstelik bu insanlar Ak Parti’ye en azından fikri önderlik yapmış olanlar.


Elbette bunların çoğu yine de gidip Ak Parti’ye oy verecekler. Fakat iş, ‘kerhen’ noktasına gelmiş durumda.


Merkezi hükümetin iyi icraatları, yerel yöneticilerin ‘tamahkarlığı’ sebebiyle güme gidebilir.

Mesela Kadir Topbaş! Kim ne derse desin, kendi zamanı için müthiş işler yaptı. Peki, hüsnü kabul görüyor mu?


Sanmıyorum!


Neden? Çünkü deniliyor ki, ‘evet güzel şeyler yaptı ama 1 olan dükkân sayısını da 16’ya çıkardı”. Büyük ihtimalle de bu başarıda belediyenin reel bir katkısı yoktur.


Ne ise… İşte kamu vicdanı ve kanaati burada işin içine giriyor. Sermayenin istemediği, bütün zinde güçlerin karşı durduğu, ççık tavır aldığı –Koç’un beyanatlarını hatırlayın- Tayyip Erdoğan, kamu vicdanında yarattığı iyi intiba; cesur ve dürüst kişilik sebebiyle bütün engelleri aşıp geldi. Çünkü sermayenin karşısına ‘Musa’nın Sandukası’ ile çıkmıştı ve iktidar oldu.

‘Musa’nın Sandukası’ meleklerin ‘saf ve temiz kanatları’yla taşınır. Başbakan onu, bilerek veya bilmeyerek ‘tamahkâr nefislerin hırslı kanatları’na bıraktı. O da yeniden kayıplara karıştı sanırım. Veya görünmez oldu.


Başbakan ‘bana delil getirin’ diyor, ‘yolsuzluk yapanı aramızda tutmayız’ diyor. Ama değişen bir şey olmuyor. Ben bir öneride bulunacağım sevgili başbakanımıza:


Belediye başkanlarının servetini -tabi eş dost ve çevresi ile birlikte- inceletsin. 5 yıl önceye göre değişen nedir bir baksın. Bakalım kaç kişinin yaşantısı maaşıyla mütenasip!


Hz. Ömer sevdiği bir adamını Mısır’a vali yaptı. Bir başka arkadaşını da onu gizliden kontrol etmek üzere görevlendirmişti. Bir süre sonra Mısır’dan zevk safa naraları yükseldi ve bunlar Medine’ye kadar ulaştı. Hz. Ömer, delil istemedi. O arkadaşına dedi ki “Git, onu hangi hal üzere bulursan öylece al bana getir’


Öyle yaptı arkadaşı. Vali hiç de Ömer (ra)’in yüzüne bakabilecek durumda değildi. Üstelik onlar sahabe idi!

Şimdi de öyle oysun demiyorum elbet. Bunu takip etmenin envai türlü yolu var. Ne ise herkes işini benden daha iyi biliyor…


Ben bu teklifi, genel merkeze çok yakın bir dostuma da söyledim. “Haram lokma avcılığını siz yapmazsanız, elinde haram lokma ile yakalanacak her bir örnek, yüz olur bin olur önünüze çıkar. O zaman millet sizden ‘Musa’nın sandukasını” yeniden isteyebilir. Ve tabii kaybedersiniz” dedim.


* * *

ELİ ÖPÜLECEK ADAMLAR

Üçüncü Başlığım, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi üyesi olması…


Bu, gerçekten büyük başarı! Asla görmezlikten gelinecek bir iş değil. Bu başarıda diplomatların payı elbette var ama en büyük pay iktidarındır: Başbakanındır, ora senin bura benim dolaşan ve her gittiği yerde hayırlı hizmetlere el atan Cumhurbaşkanı’ındır! Fakat en ziyade iki bilim adamınındır. Ekmeleddin İhsanoğlu ve Rrof. Dr. Davutoğlu! Bu konuda iktidarın manevi ‘ak sakal’lılarından biri belki en birincisi olan ‘Derin Strateji’ sahibi Prf. Dr. Davutoğlu ciddi ve hususi bir teşekkürü hak ediyor.


İdris Naim Şahin, ‘ağabey’ diye sevdiğim bir isim. Ak Parti’nin yeni iktidar olduğu günlerdeydi. Gayrettepe’deki bir kuru fasulyecide otururken oraya geldi. Lutfedip masamıza oturdu. Fırsat bulmuşken, ona bir iki şey söyledim.


Demiştim ki:

“Abi Türk siyasetçilerinin iki büyük vazifesi, farz mesabesinde iki büyük görevi var. Bunlardan birincisi Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak, diğeri de İslam halkaları arasında yeniden bir birliktelik tesis etmek!”


“Bu birliktelik, şimdilik sadece ‘kalplerin kazanılması’ şeklinde olabilir. Çünkü Batılı emperyalistler, ince ve derin politikalarla -Osmanlıyı yıkabilmek için- tüm İslam halklarını bizden soğuttular. Onları kışkırttılar. Biz de küserek onlardan yüz çevirdik…”


Ne yapıp edip onlara, “kardeşler” olduğumuzu yeniden anımsatmalıyız. Bunun için her şey mübahtır. Sporu ve folklor her ne ise… Siyasi yakınlık, ekonomik birliktelik aramak da lazım değil. Halkların birbirini tanımalarını sağlayabilsek kafi! Sadece bu bile iktidarınızı Allah nezdinde temize çıkarır”.


“Ayasofya’nın şu hali, Batı emperyalizmi altında olduğumuzun en açık kanıtıdır. Onun kapısına vurulmuş şu lehimi çözmeden bağımsız olamayız. Onu açabilmemek de kardeşlerimizin gücünü arkamıza almakla olur…”


İşte bunun gerçekleştiğinin bir emaresidir ki çoğu Müslüman olan 159 ülke, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne girmesine ‘evet’ dedi. Bunlar daha ilk meyvalar. Bakın daha arkadan neler gelecek inşallah!


Bunu sağlayanların ellerinden öpüyorum. Başta Davutoğlu hocamın, başbakanın, cumhurbaşkanımın ve hatta sevgili ağabey İdris Naim Şahin’in ki, eminim şu meselelerin öncelenmesine ciddi katkısı olmuştur.

İşte, “Türkiye sizinle gurur duyuyor!” dedirtecek bir başarı bu!


20.Ekim.2008

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Sayın başbakanım bu sizin gerçek duruşunuz ise... 17 Ekim 2008 Mehmet Ali BULUT/GASTECİ

Mesaj  kaplan 22nd Ekim 2008, 03:44

1980’li yılların sonunda Tercüman gazetesinin yurt haberlerine bakıyordum. Gazetenin gidişatı kötü… Maaş yok, sıkıntı diz boyu. Ve yurt haberlerde 400’e yakın muhabir çalışıyor.
Mehmet Ali Bulut

Diyarbakır’da büromuz var. Birkaç eleman çalışıyor. Bir de bayan muhabirimiz var ki cesur mu cesur. Gözünü budaktan esirgemez. Ne işe göndersek gidip koparıp geliyor.


Bir gün onu dağlarda yeni yeni palazlanmakta olan PKK önderlerinden biriyle konuşmaya gönderdik. İki üç gün sonra döndü, telefonda haberini yazdırıyor.


Haberini yazdırdı. Tam Tercüman mantalitesine uygun bir haber!

Bu arada çevreden gelen istihbarat bilgileriyle biliyorum ki, kızımız örgüte sempati duyuyor. Haberi yazdıktan sonra her şeyden haberim varmış gibi sordum:


-“Bunlar senin gerçek görüşün mü?”


Birkaç saniyelik sessizlikten sonra “Hayır müdürüm” , dedi “bunlar benim resmi görüşüm”


-Peki gerçek görüşün ne?


Bu kere birincisinden daha uzun süren bir sessizlikten ve bir iç çekmeden sonra:


-Müdürüm siz kabul etmeseniz de PKK artık TC’nin gündemini belirleyecek güce ulaşmış’ dedi. Sesinde belli belirsiz bir ‘övünme’ de sezdim.


Sonra o espri parolamız oldu. Uzun süre ‘resmi görüş’ünü bize aktardı. Sonra ben Tercüman’dan ayrıldım, irtibatımız da kesildi… Kendi görüşünü asla gazetesinin haberine yansıtmayandı… Bir profesyonel gazeteci gibi mesleğini işine alet etmedi…

* * *


Dün başbakanımızı dinlerken, o hadise aklıma geldi. Ve merak ettim:


-Bu, başbakanın gerçek duruşu mu, resmi duruşu mu?


Eğer ‘resmi duruş’ ise başbakan adına üzülürüm. Çünkü o büyük bir ‘umut’. Bunca çileden sonra ‘takiyye’ için bile olsa, 60-70 yıldır milletin anasını ağlatan şu vesayet kültürüne ‘Kasımpaşalı’ başbakanımız teslim olmaz diye düşünüyoruz.


Ama anlaşılıyor ki, Başbakan da askerlik yaparken dayak yemiş.


Tırsıp oturdu!

* * *

Bir gün emekli bir askerimize, askeriyedeki dayaktan söz etmiştim. ‘Tamam, disiplin falan ama, siz insanların kişiliğini de imha ediyorsunuz’ demiştim de şaka yollu, “Eeee” demişti, elimize geçirmişken sizi hizaya sokmazsak, höt!’ dediğimizde nasıl söz dinleteceğiz!”


Şimdi anlıyorum ki şaka yapmamış. İşte benim cesur başbakanım da asker ‘Höt!’ deyince “resmi” duruşa geçti!


Başbakanın şu kışını ‘bir bildiği vardır’ şeklinde algılamak istersek, başbakan ‘takiye yapıyor’ deriz.

Gerçi o da yakışmaz ama “E ne yapalım, askerde hepimizin kulağını çekmişlerdi. Demek ki Başbakanımız da bundan muaf değilmiş” der, göbeğimize bakarız!


Asıl yıkıcı olan ötekisi!


Bunun, başbakanın “gerçek duruş” olma ihtimali, başımıza toprak saçar! D tam bir ‘inkisar’ olur ki, şu ‘inkisar’ bizi öldürür!


Millet bu inkisarı, Menderes’in idam edilmesinde yaşadı,

Millet bu inkisarı, ‘baba’ Demirel’in -babalık kabiliyeti şöyle dursun- altına konulan tüm yumurtalar cılk ettiği anlaşılınca yaşadı… ‘Nurlu ufuklar’ın başbakanına yıllarca da oy vermiştik!

Millet bu inkisarı, ‘milli gürüşçü’ Erbakan’ın 28 Şubat’ta, el pençe divan durmasıyla yaşadı,

Şimdi “yiğit Kasımpaşalı’ da bize bu inkisarı yaşatırsa, ben de kalemimi alıp münasip bir yerime takıp oturacağım!


Ve İslahiye’nin meşhur ‘Babül Hançer’i –bilmiyorum hala hatırlayanı var mı?- gibi her gördüğüm siyasetçinin karşısında diklenip “en büyük asker bizim asker” diyeceğim!


Madem ki bir ‘höt’le askere ‘selam duruşu’ alıyorsunuz, niye peşinize takılalım ki. Gidip askerimize paşa paşa selam dururuz!


Biz siyaseti, ‘sivil insiyatifin’ her türlü seçeneğin üstünde tutma becerisi ve cesareti olarak algılıyoruz. ‘İçinde asla zarar bulunmayan ticaret yolu’ halini alan siyaset üslubu ile sivil insiyatif sergilenemez, sergilenemiyor..

* * *

Oysa başbakan daha iki gün önce alkışlanacak adımlar atmıştı! Bütün baskılara rağmen gösterdiğini demokratik duruş yüreğimizi kabarttı!


Evet daha iki gün önce, terörün patronajlığını İçişleri Bakanlığı’na vererek ‘sivil insiyatif’ten yana olduğunu gösterdi!


Keza 28 Şubat sürecinde askeri ilahlara kurban edilen Polis Özel Kuvvetleri’ni yeniden devreye sokarak, askere gerçek vazifesini ve nerede durması gerektiğini hatırlattı!


Peki şimdi şu dünkü konuşmanızı nereye koyacağız? Acaba başbakanımız bize de bir yol gösterir mi?


* * *

Sevgili başbakanım Sustum artık ben!


Bu kalem, milletten utanıyor!


Ve yönümü şu tarafa çeviriyorum. Börtü böcek, çer, çöp, çiçek üzerine yazacağım artık…


Ve bekleyeceğim…

Ya siz gerçek duruşunuzu göstereceksiniz…

Ya da ben bir Yeltsin’in çıkıncaya kadar bekleyeceğim…

Elindeki ‘şişe’siyle tankın üzerine çıkıncaya kadar,

Yahut şu ‘kahraman ordu’ ‘Peygamber ocağı’ olduğunu hatırlayıncaya kadar…

* * *

Ha bu arada, her şey üzerine bahse girerim.


Bu söylediklerim olacak.

Ben bunu Tayyip bey yapabilir diye ummuştum ve hala umuyorum…

‘Şişesi’ olmasa da…

* * *

NOT: Bugünden sonra herkesi bir Taraf almaya çağırıyorum. Tirajını 500 bine çıkarınız ki, ‘doğru’ yerde durduğunuzu birileri de artık anlasın. Bir dostum, bugünden itibaren hergün 10 Taraf alıp dağıtacağını söyledi… Siz de bunu yapabilirsiniz.




17.Ekim.2008

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Başbakan, Bahçeli'yi muhatap almak zorunda! 16 Ekim 2008 Mehmet Ali BULUT/GASTECİ

Mesaj  kaplan 22nd Ekim 2008, 03:56

Başbakan, Bahçeli'yi muhatap almak zorunda!

Demokrasilerde, kimsenin kimseyi ‘tanımama’ lüksü yoktur.
Mehmet Ali Bulut


Başbakan olmak bu kuraldan sizi muaf kılmaz. Dolayısıyla Bahçeliye ‘benim muhatabım değildir’ diyemezsiniz. Mademki bir partinin lideridir ve madem ki milletin oyu ile Meclis’e girmiştir, onu muhatap almak zorundasınız sevgili başbakanım!

Uzlaşmak, uzlaşma yollarını bulmak, herkesten önce size düşer çünkü.

O makamda bulunduğunuz sürece, hırçınlık muhalefetten, yatıştırmak sizden,

Öfke muhalefet ve basından, sakinleştirmek sizden olmalıdır.

Gereçek demokratlık bunu gerektirir. Üstelik bu millet sizinle daha çoook fırtınalı denizler geçmeyi umut ediyor. Siz böyle küçük dalgalarda böyle tavır sergilerseniz, hakkınızdaki umudu zedelersiniz!

Sayın ******’ı da… Ve hatta ‘ayrılıkçı’ diye itham edilen DTP lideri Türk’ü de muhatap almak, itibar etmek, fikrini sormak zorundasınız. Hatta sıradan bir vekili bile…

Aksi takdirde birileri de sizi muhatap almak istemez ki, 60 yıldır biz o beladan kurtulmaya çalışıyoruz!
Aman ha dikkat! Milleti bile muhatap almayan bir kesim ortada cirit atarken ve askerler gün ortasında açıkça milleti tehdit etmeye kalkışırken, onların eline fırsat vermeyiniz!

Kuvvetler ayrılığı esası üzerine bina edilmiş bir demokrasi de ‘kuvvetler’ birbirini muhatap almak zorundadır. Yoksa gücü eline geçiren cunta olur.
Sevgili başbakanımız gerçekten demokrasiye itimat ediyorsa, bir muhalefet lideri için ‘O benim muhatabım değil’ diyemez.

Bahçeli, bal gibi de Sayın Başbakan’ın muhatabıdır! Muhalefet üslubu hoşunua gitmese de Bahçeli’nin fikrini almalıdır! Yoksa iş demokrasi olmaktan çıkar tiranlıklara döner.

Merak etmesin, millet olup bitenlerin farkındadır. Ve zamanı geldiğinde birinci olan partiyi bir darbede %1 lere indirir, ikinci olan partiyi de parlamento dışı bırakır.

* * *

Evet demokrasi konusunda ‘taraf’ olmak lazım.

Nedense bugünlerde kendimi pek bir ‘taraf’ ve ‘taraf’tar hissediyorum. ‘Taraf’ olmak, ‘taraf’tar olmak sevimli geliyor bana şu günlerde… Demokrasiye, milli iradeye, özgürlüklere ‘taraf’tarlık…
Gençliğimizde bî-taraf olan (yani taraf’ı olmayan) ber-taraf olur (yok olur) derlerdi. Demek ki bir ‘taraf ‘ımız olduğu için bugünlere ulaşabildik…
Sevgili dostum Bahattin Sağlam’ın bir sözü vardı: Şark’tan batıya üç kişi sürüldü. Bunlardan ikisi sistemden ‘taraf’ oldu. Onlar ber-taraf olup gittiler. Bir tanesi ise Nur’un ve Hakk’ın ‘taraf’ını tuttu, milletin yanında yer aldı. O yüzden onun açtığı yolda milyonlar milyonlar yürüyor şimdi.

Siyasetçilerin tartışmaları, boğuşmaları, iç siyasette birbirine üstünlük kurmak için birilerinin ‘dışardan destek’ araması, birilerinin Mehmetçiğin kanı ve milletin canı üzerinden diğerine posta koymaya çalışması, milleti artık ilgilendirmiyor. Millet, yolunda ve geleceğe emin adımlarla yürüyor.

Yeterince bekleyip sabreden herkes gibi Türk milleti de artık maskelerin arkasındaki yüzleri gerçek haliyle görmeye başladı.

Hürriyet ve demokrasi var olsun!

* * *

Geçmiş İslam kahramanlarının istibdada neden bu kadar yüklendiklerini şimdi çok daha iyi anlayabiliyoruz.
Çünkü eskiden ‘ne diyorlarsa oydu’ her şey. İmamın keçisi çalınırdı, derlerde ki ‘imam keçi çaldı’. Herkes de sanırdı ki imam keçi çalmış. İmam kahrolur, halini kimseye de deyemezdi.

Öğrencilik günlerimizde her gün sapır sapır gençlerimiz ölürdü, bazen ‘faşistler öldürdü’ bazen de ‘komünistler öldürdü’ derlerdi.

Sonra aydınları öldürdüler. Ve her seferinde ‘mürteciler öldürdü’ dediler. Şimdi de bütün melanetler PKK’ya fatura ediliyor.

Ama artık kimse yemiyor…
Çünkü artık herkes biliyor ki, İpekçiyi, Emeç’i, Mumcuyu, Üçoku, Hablemitoğlunu ve ötekilerini faşistler veya komünistler öldürmedi. Kendilerine ‘Ergenekoncu’ diyenler öldürdü… Ellerinde silah tutanların sivildeki uzantıları…
Kanıtlar, belgeler, kayıtlar, bantlar ortalıkta uçuşuyor. Her gün yeni hünerleri ortaya çıkıyor. O yüzden de artık ‘tertip’lerini birilerinin üstüne atamıyorlar. Çünkü hemen yakalanıveriyorlar…

Çünkü artık devir eski devir değil. Yalanlar yatsıya kadar bile sürmüyor. İpler hemen pazara dökülüveriyor.

Eskiden yalanları çıkmazdı. Ez kaza birileri, çevirdikleri dolaplarının farkına vardıysa –Mumcu gibi- onu hemen elindeki dosyalarla birlikte imha ederler, suçu da konjüktüre göre birilerine yıkarlardı. Şimdi yapamıyorlar. Eylemcileri hemen yakalanıveriyor, planları hemen çözülüveriyor.

İşte bakın, askerlerimiz orada şehid edilirken, birileri, genelkurmayın olup bitenleri, BBG evini izler gibi izlediği ve ama müdahale etmediğini tespit ediyor ve delilleriyle birlikte milletin önünü koyuyor.
Çıkıp bu iddialara cevap vermesi gereken komutan paşamız, hışım ve öfkeyle basını, siyasetçileri ve milleti tehdit ediyor:

‘Bana böyle şeyleri soramazsınız. Elimde silah var. Kan dökülür ha… Ve bunun da mesulü siz olursunuz. Tarafınızı seçin. Ya benden yanasınız ya karşımda!’ demeye getiriyor.
-Peki, sevgili komutanım, iddialara cevap vermek gibi kolay bir yol varken, neden zor olan yolu seçiyorsunuz?

-TSK güçlüdür! Cevap vermek zorunda değildir! (Tevekkeli başbakan da böyle çıkışlara muhatap ola ola birilerini muhatap almamaya alıştı demek!)
-Tamam biliyorum güçlüsün. Allah gücünü arttırsın da sen o gücü, bu milletin etinden tırnağından biriktirip iline verdiği silahtan alıyorsun. Millet de senden soruyor: Neden gördüğün halde müdahale etmedin? On altı saat süren bir çatışmada, bir bölük komandoyu sergerdelerin arkasına neden indirip imha etmedin?

-Bak üstüme, gelme kan dökülür ve bundan da sen mesul olursu!

Zavallı millet, yukarı tükürse bıyık aşağı tükürse sakal. Bir tarafta dipçik, bir tarafta hakikat!
Şu millet ne kadar bahtsız Ya Rabbi?

* * *

Yıllarca evlatlarını kör teröre kurban verir, ‘vatan sağ olsun’ der. Sınırdan bir bölük terörist gelip geçer, aman incinmesin diye hesap sormak şöyle dursun “en büyük asker benim asker” deyip onu pohpohlar.

Karakollarımızı basarlar, canımızı yakarlar, yiğitlerimiz nahak yere toprağa düşer, orada can siperane bir kavgadır verilir. Saatler süren çatışma sonunda teröristler uzaklaşıp giderler. Birileri de merak edip sorar:

-Hani uçaklarımız vardı, hani arkadan bindirme tugaylarımız vardı, hani arkadan sarıp eşkıyayı imha etme imkânına sahip çekirge yiyen çekirgelerimiz vardı?
Daha bu sorulara cevap bulamamışken bir de öğreniyoruz ki, o gün olup bitenler uydudan izlenmiş de hiç müdahale edilmemiş.

Komutanımız çıkmış öfkeyle haykırıyor: Sen bunu söyleyemezsin. Bu görüntüleri sızdıran vatan hainidir. Ve sen ey basın bunu hangi cüretle yayınlarsın? Ey millet sen buna niye inanırsın? Şimdi ben senin kafanı kırmaz mıyım?

Doğrudur benim sevgili komutanım. Kanıtlar ne derse desin, deliller ne gösterirse göstersin, ben sana inanmalıyım. Gözüme mi inanacağım sen dururken! Bu millet nankör oldu. Gidip gidip AKP’ye oy veriyorlar. Yürüt üzerlerine tankları da hadlerini bildir!

* * *

Sizi dinlerken, yüzünüze baktım sevgili komutanım! Telaşınız öfkenizden daha büyüktü. Büyükler, yalan söylerler bazen çocuklarına, bilirsiniz. Sonra yakalanıverdiklerinde nasıl büyük bir öfkeyle çocuklarını azarlarlarsa siz de öyleydiniz işte!

Sevgili komutanım, biz, ‘hırsızlar, bu sapa sağlam kapıdan nasıl girdiler içeriye?’ diye merak ediyoruz, ‘kapıyı siz kasten açık bıraktınız’ demiyoruz ki!

Yoksa öyle bir durum mu var? Mahallenin, sevmediğiniz ‘zıpkın delikanlısı’ zan altında bırakmak için… Akla da gelmiyor değil hani!

Neyse olmadı işte. Yine birileri oyunu bozdu. Kızıyorsunuz ama iletişim çağında yaşamak işte böyle bir şey. Hiçbir şeyi gizleyemiyorsunuz. Eski usuller de sökmüyor artık. ‘Ben şöyle yaparım bilinmez, şöyle derim duyulmaz’ diyemiyorsunuz. Biliyorlar, duyuyorlar işte.

İyisi mi siz sadece askerliğinizi yapın. O zaman ne başınız ağrır, ne itham altında kalırsınız! CHP’nin ‘laikçilik’ oltasına takılır, siyasette taraf olursanız daha çoook “valla billa ben yapmadım” demek için milletin huzuruna çıkmak zorunda kalabilirsiniz!

16.Ekim.2008

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Kürt kimin umurunda be kardeş! 9 Ekim 2008 Mehmet Ali BULUT/GASTECİ

Mesaj  kaplan 22nd Ekim 2008, 04:24

MHP lideri Devlet Bahçeli, Irak sınırında tampon bölgeler oluşturulmasını isteyince “eyvah” dedim; “bu fikre şimdi herkes balıklama atlar. Allah vere iktidar da oltaya gelmese…”
Mehmet Ali Bulut

Allahtan CHP hemen olaya sahip çıktı da iktidar uyandı, teklife mesafeli durdu…
Ben Bahçeli’nin böyle bir teklifte bulunmasını yadırgamadım. Çünkü maalesef bizim milliyetçiliğimiz -ki genelde tüm ırkçı milliyetçilikler, bir tür sığ düşünmenin eseridir- çağdaş ve günün meselelerine uygun öneriler sunma kabiliyetini kaybetti. Türk milliyetçisi düşünmüyor, yeni fikirler üretmiyor. Osmanlı dönemi milliyetçilerinin ürettiği fikirler ışığında oluşturdukları şablonlar çerçevesinde meseleler karşısında evet ve hayırdan ibaret iki tavır sergiliyorlar.

Halbuki, Türk milliyetçiliği fikir üretebilen bir vatanperverliktir. Ve ta kaynağından itibaren de ‘müsbet’tir. Yani, diğer ırkları aşağılamaktan uzak, doğrudan millete hizmet etmeyi esas alan bir anlayıştadır.
Aslında ortaya çıkış zemini açısından Türk milliyetçiliğinin, ‘diğerini dışlayan’ bir tavır almasının imkânı yoktu. O yüzden Türk milliyetçiliği – ki ****** milliyetçiliği de bu çizgidedir- kendisini bu vatanın bir parçası sayan herkesi, Türk kabul eder ve benimser…
Bu tür bir milliyetçilik anlayışı, kimseyi rahatsız etmezdi, etmiyordu. Problem çözme ve yeni oluşumlar karşısında yeni fikirler üretme noktasında da taraftarlarının elini güçlendirirdi. Nitekim, “Türk – İslam sentezi” denilen ‘imtizac” böyle bir açılımın eseriydi. Bediüzzaman bile böyle bir milliyetçilikten rahatsız değil. Hatta “Bu milletin himmeti hakikat-i mümtezice ile pervaz eder (yani Türk ve İslam’ın birlikteliği ile) ” der.
Nitekim ‘Nerede Türk varsa İslam’dır, İslamiyet’le bağını kesmiş olan Türklerin, Türklükle de alakası kalmamıştır” demesi de bundandır. Böyle bir milliyetçilik anlayışının doğal olarak sorumluluk alanı da geniştir. Sadece Türkün değil Müslümanın da menfaatini gözetir. Mamafih eski milliyetçilik anlayışımızda, mazlum duruma düşmüş ‘Müslüman’ bir Kürd, bir Arap, bir Çeçen veya Çerkez, bir Boşnak yahut Arnavut; en az Kerkük, Kıbrıs, Karabağ, Doğu Türkistan ve Batı Trakya Türkü kadar yüreklerimizin şefkatini celbederdi...
Ama maalesef, Marksist Leninist PKK’nın, Kürtlerin hesabına yaptığını iddia ettiği insafsız eylemleri Türk milliyetçilerinin de kimyasını etkilemeye başladı.
Bir taraftan PKK’nın sergilediği vahşet, diğer taraftan yine Marksist Leninist zeminde yeşeren anti İslamcı ulusalcılar da milliyetçi söylemler kullandıkları için; müspet çizgide gelişen Türk milliyetçiliğini,‘dışlayan’ ve ‘ötekileştiren’ ırkçı bir kimlik takınmaya zorluyorlar.
MHP’nin tabanı da bu zorlamadan etkileniyor. Her gün teröre kurban verilen canlarımız da bu yaklaşımı besliyor maalesef. Böyle bir ortamda milliyetçilerden sinirlerine hakim olmalarını ve geniş ufuklu fikir üretebilmelerini beklemek zor. O açıdan böyle bir teklifin MHP’den gelmesi garipsenemez.
Fakat kesinlikle çözüm de değildir! Hatta yaranın enfeksiyon kapmasından başka amaca da hizmet etmez!

* * *

CHP’ye gelince…

CHP, bu ülkede hep yasaklamanın ve baskının temsilciliğini yapmıştır adeta. Halkı, baskı altında tutmak varken, istibdat ve cebir uygulama ihtimali varken serbestlikten, demokrasiden, vicdan hürriyetinden yana olmaya yanaşmaz. Çünkü o, bu millete zorla dayatılmış ‘Altı OK’ cuntasının bânisidir. İslam karşıtlığı söz konusu ise kesinlikle ve rahatlıkla DTP ile de işbirliği yapar. Mamafih yaptı geçmişte.
Dolayısıyla ne Türk milleti CHP’nin umurundadır, ne de Müslüman Kürtler...
Hem CHP’nin fikir üretmesi de gerekmiyor! Bütün fikirleri 1940’lı yıllarda zaten üretilmiş! CHP’nin düzeni malum: kıtlık, yokluk, yoksulluk, yoksunluk, karaborsa, Allah diyenin ipte sallandırıldığı bir düzen. CHP düzeninde Kürtlere ve hakiki Alevilere nasıl davranıldığını görmek isteyenler açıp Mustafa Muğlalı olayını okusunlar!

* * *

Peki, bu tampon bölge teklifine sadece MHP ve CHP önerdiği için mi karşı çıkmak gerekiyor?
Elbette hayır!
Gerçi ben kendi payıma CHP’den gelen her türlü teklife itina ile yaklaşırım. Çünkü insan ürkmesi hayvan ürkmesene benzemez. CHP geçmişte yaptıklarıyla, milleti öyle ürküttü ki, artık ‘Allah bir’ dese ‘acaba!’ diyecek hale getirdi.

Ama inanın bu teklife karşı çıkmam teklifin MHP’den veya CHP’den geliyor olmasından değil. Mahza ve bizzat teklifin kendisine karşıyım.

Bu teklif, şu meselede çare de değil. Pansuman bile değil. Olsa olsa, açık bir yarayı, onu azdırıp kangrene çevirecek mikroplarla dolu bir paçavra ile sarmaya benzer.

PKK, sınırın ötesinden gelmiyor ki! Şehirlerimize inmiş, dağlarımızda cirit atıyorlar.
Bütün bunlar gösteriyor ki, biz hala meseleye doğru teşhis koyamamışız. Terör, bu işin sadece servis hizmetidir… PKK’nın vahşetlerine, onların yöntemleriyle mani olmak, işin kolaycı yanı… Zaten onların istediği de bu!
Ortada ne kadar dışlama, kan, gözyaşı olursa PKK o kadar büyüyecek ve Kürt halkını temsil etme iddiası da o kadar artacak!

* * *

Asker, şiddetten başkasını bilmez. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir mesele askere havale edilmişse, asker önce, özgürlük alanlarını daraltır. Sonra sıkı bir kontrol başlatır ve ardından herkesi evine tıkıştırır. Böylece ortalık süt liman olmuş olur! 12 Eylül sabahı da öyle olmamış mıydı?

Asker yetkilerinin kısıtlandığından rahatsız, daha çok yetki istiyor. Ne yapacak bu yetki ile peki? Bölgede Olağanüstü Hal ilan edecek! Polis hizmetini de kendisi görecek! Şüphelendiğini sorgusuz sualsiz içeri alacak, birilerinin içeriye alınanların peşine düşmesine mani olacak.

Peki şu anda yeniden talep ettiğiniz tedbirleri, o bölgede OHAL çerçevesinde yıllarca tatbik ettiniz de çare mi oldu?

Çare olsaydı, bugün bunlar tartışılır mıydı?

* * *

Efendiler, şu meselenin çözümünde askeri tedbirler çare değil. İnanın baskı da çare değil. Eğer şu terör, maksatsız bir anarşi olsaydı, derdim ki, Almanlar gibi dökün üzerine benzin yakın!

O da çare değil Zaten bölgede bunu Saddam yaptı. Bunu ondan önce de Firavun yapmıştı!
Ama muvaffak olamadılar. Olamazlar da. Zulüm ile, istibdat ile, tampon bölgeler oluşturarak bir sorun çözülmez. Sadece yüreklerdeki gayzı ve öfkeyi arttırırsınız.

Öyle ise önce işin adını doğru koyacaksınız. Halkınıza halkınız gibi davranacaksınız. İnancına saygı gösterecek, onun başkaları tarafından istismar edilmesine, aleyhinize kullanılmasına mani olacaksınız ki, bu da ‘kalplerin telifi’ ile olur. Baskıyla, zulümle olmaz. Koruculuk sistemiyle hiç olmaz.

Zaten koruculuk sistemi, ağalığın yeniden inşasından başka bir amaca da hizmet etmedi. Ha bir de boş zamanlarında şehirlere inip mafyacılık yapıyorlar…
* * *

Bu terörün önünün alınamamasının birçok yönü var. Bir yönü devlete; yani sisteme ve rejime bakıyor. Bir yönü hükümete yani siyasete bakıyor. Bir yönü insana, yani millete bakıyor. Millete bakan yönü, iman ile alakalı olduğu için izahı bu yazının boyutunu aşar.

Meselenin en kolay çözüme kavuşturulacağı nokta, devlete bakan yönüdür. Devlet genelde, ideolojik yaklaşmıyorsa adil davranır. Ama bizim gibi, ‘ideolojisi mantığını aşan devletler’ halklarını; ‘benden yana olanlar’ ve ‘ötekiler’ olarak ikiye ayırır ve birini şımartırken diğerini ezer. Milleti meydana getiren unsurlara tek tek sorun. Bakalım şu rejimden memnun olan var mı?
Hayır! Bir dedikleri iki edilmeyen askerler ve bir kısım sistem bekçileri dışında kimse bu rejimden memnun değil. Demek ki birinci problemimiz bu. Önce adil bir devlet yapısı oluşturacağız!

Hükümete bakan yönüne gelince… Hükümet şapkasını önüne koyup, neden bugüne kadar bütün yatırımların belli merkezlerde toplandığının muhasebesini yapmalı. Eskişehir’in ötesinde, Kırıkkale silah fabrikası dışında yatırım olarak ne sayabilirsiniz bilmiyorum İskenderun Demirçelik Fabrikası dışında.
Gaziantep’in kendi başına yaptığı birtakım yatırımları ve çabaları, Yozgat’ın son birkaç yıldır gösterdiği performansı bir tarafa bırakırsak, Ankara’nın öbür yanı, batısından en az 50 yıl geri.
AK Parti, şimdi bölgeye giriyor ama yanlış yöntemlerle. Zaten asırlardır, ağa ve devlet sırtından geçinmeye alışmış bir halka, devlet kesesinden birtakım yardımlarda bulunmak, onları daha beter ‘seele’ yapar.

Hükümet gerçek bir doktor gibi önce bölge insanlarının dertlerini teşhis etmeli. Tabii ki, bunu yapmasına mani olacak çok unsurlar var. -Terör onlardan sadece bir tanesidir. Hatırlayın PKK’nın ilk hamisi Suriye ve Yunanistan’dı.-
Bugüne kadarki hükümetler hep uzaktan yazılmış reçetelerle bölgeye yöneldiler. Görmeden, hastanın asıl derdinin ne olduğunu bilmeden yapılan bu tedaviler (İane, yem yiyecek yardımı, yeşil kart, vatandaşın vergiden, elektirik faturalarından illegal muafiyeti… vs.) hastalığı daha da şiddetlendirdi. Çünkü açlıktan kıvranan ve o yüzden mide ağrısı çeken insanlara biz buradan hazım ilacı gönderdik.

Eşkıyalık ve kan davası gibi husumetlerle vücudu iltihaplanmış topluma, iltihabı arttıracak ilaçlar (Hamidiye alayları ve köy koruculuğu vs. gibi) göndermek, acaba tedavi midir, yoksa ölüm meleğine davetiye midir?
Bu bir istibdattır. Yaraları sarmak yerine yıllarca uzaktan gönderilen ilaçlarla o bölge insanını daha da hasta ettik. Padişahlık ve Tek Parti dönemini kınayabiliriz. Ama güya demokrasiye geçtiğimiz daha sonraki zamanlarda da şu istibdat dönemlerinin yöntemlerini kullanmaktan geri durmadık!
Biçare milletin halini anlamadık. Mamafih bölge halkı da tembelliğiyle buna fırsat vermedi. Karşılıklı vehim ve korku belasından dolayı hükümetlerin yapmak istedikleri iyi şeyler de netice vermedi. Verilen teşvikler iç edildikçe hükümetler de bölgeyi gözden çıkardı.

İmdi, MHP ve CHP, askeri kesimin hazırcı ve kolaycı yaklaşımlarına çanak tutarak eski halin daha da şiddetlenerek devamını sağlayacak bir teklifte bulunuyorlar. Halk nezdinde giderek meşruiyetini yitiren şu vahşet örgütüne itibar kazandıracaklar.

AK Parti asla bu oyuna gelmemeli. Gidip o bölgede çadır kurmalı. Yerinde inceleme ve teşhis koyan doktor gibi hastayı gözle görmeden, röntgenini almadan MR’ını çekmeden ilaç yazmamalı. Ve bütün bunları demokrasiden asla taviz vermeden, baskı ve şiddete başvurmadan ve terör öfkesine kapılmadan yapmalı.

Oraya göndereceği ‘hâzık hekim’ler, ‘zül cenaheyn’ (Türk ama Kürtten nefret etmeyen Türk) olmalı. Bölge halkından birilerini gönderdiğinizde, var olan husumetlerin önünü alamazsınız. Çünkü geçmişteki ağalık şimdi siyasetçilik perdesi altında sürüyor. Bölgeye göndereceğiniz şu insanların eline Bediüzzaman’ın Münazarat adlı eserinde tam bir asır önce hazırlanmış şifa reçetelerini de veriniz ki, o bölge için doğru bir hal çaresi bulunmuş olsun. Yoksa PKK’nın her vahşeti sonrasında OHAL önünüze ‘çare’ olarak konulur. O da sadece PKK’yı besler ve onu Türk devletine karşı kullanan mihrakların taleplerini arttırır!

O üstadı dinlemelisiniz. İşte o zaman, şu terör belasının belini kırmakla kalmaz, aynı zamanda kendinize harika bir dost millet kazanmış olursunuz.
Ha eliniz değmişken, oralardan şöyle yukarılara çıkıp, Ermenilerle olan husumetimize de bir çare bulun ki, bu milletin himmeti pervaz etsin de önümüzdeki bin yıllar bizim asırlarımız olsun. İnşallah!


09.Ekim.2008

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mehmet Ali BULUT'un yazıları Empty Mehmet Ali BULUT'un yazıları

Mesaj  kaplan 28th Ekim 2008, 19:48

Bu çağ, ‘günah’la yükselme çağı…

Siyasette, sanatta, ekonomide, piyasada ‘günahı’ ne kadar çok işler veya kullanırsanız, hayat size o kadar iltifat ediyor, yüceltiyor, yüksek makamlara çıkartıyor

Buna karşılık ‘erdem’, ‘out’ olmak için yetiyor de artıyor bile…

Buna ehli Hak, ‘Ne yapalım, zaman ahir zamandır’ deyip geçiyor.

* * *

Evet, gördük ki “bu zamanın serveti murdar” olmuş. Helal mal dahi, haram sosla ikram ediliyor. Çünkü bu asrın ‘acip hastalığıdır’ ki herkese, hatta mümine bile, dünyayı ahirete tercih ettiriyor.


Mümin, âhiretin hak olduğunu bile bile, cam kırıkları mesabesindeki dünya nimet ve hazlarını, her biri elmas kadar kıymetli ahiret nimetlerine tercih ediyor.


İşte şu, hal ‘deccaliyet’in bu asra aşıladığı bir vebadır ki, ancak imanı kâmil sahibi olanlar, samimi ve sağlam bir dayanışma ve bir kanat-i tam ile şu hastalıktan kurtulabilirler.


Çünkü deccalın, bu asırda, insanları kendi düzenine baş eğmeye mecbur ettiği araçlarından biri hatta en birincisi ‘açlık’tır. Şeytan, yüreklere ‘açlık’ korkusu salarak insanları, kudsiyete imtisal etmekten vaz geçirip dünya nimetinin peşine düşürüyor.


Pozitivist düşüncenin, kalplerdeki itimadı yok edip insanı, Rezzak-ı Kerim’inden koparmasıyla beşer, koruyup kollayan ve rızkları veren bir Yaratıcı fikrinden mahrum kaldı. Bu gaddar ve münkir anlayış, rızkı temin etme sorumluluğunu da insanın zayıf omzuna yükledi.


Şu vazifeyi yapacağım diye, insan maalesef gerçek görevini bir yana bırakıp, aklını, fikrini, latifelerini, hassalarını, tüm maddi manevi cihazlarını işkembesine nimet yetiştirmek için seferber etti.


Nasıl ki insanın bir organı hastalansa, diğer bütün uzuvları bir parça vazifelerini bırakıp o acı çeken organın imdadına koşarlar… Öyle de bu asırda, insanın bütün duyu ve cihazları tüm vazifelerini bırakıp, bütün ceht ve gayretleriyle nefsi emaremize ‘kavatlık’ etmeye başladılar.


Maalesef, şu bulaşıcı hastalık, iliğimize kadar sirayet etmiş. O yüzden mal toplayan, kendisini helak edercesine para toplayan, nimet peşinde koşan, küçük dünya nimetleri için ahretlerini satan insanlar görüyorsunuz dört bir yanınızda… Etrafınıza bakın. Bakalım dünyadan nasip almak için –meşru veya gayrı meşru- fırsat yakalamış kaç insan, şu ‘murdar leş’ten yemeyi ret ediyor.


Ve o murdar etten yemeyi ret edenlere kim itibar ediyor, bir bakın. İhtimal siz bile itibar etmiyorsunuzdur!


Çünkü hepimiz “Onlar severek dünya hayatını ahiret yurduna tercih ediyorlar’ ayetinin mâsadakları olmuşuz.

Elbette güzel insanlar var. Elbette ‘deccaliyet’in boyunduruğu altına girmemiş yiğitler çok. Dikkatle bakarsanız onların hepsinde müşterek bir özellik göreceksiniz:


İsraftan uzak durmak!


Çünkü israf deccalın tuzağıdır. İsraf eden Deccalın tuzağına düşmekten kurtulamaz.


O zaman da iki yakanız bir araya gelmez, maişet kaygınız belinizi büker ve siz siyasetinizi de, davanızı da, imanınızı da cemiyet ve cemaatinizi de daha çok servet edinmek, daha çok şehvet metaı toplamak için kullanmaktan kurtulamazsınız…


Siyasetçilerimiz, bürokratlarımız, hatta o TV senin bu TV benim diye koşturan ve sonra nasihati bile parasız vermeyen hocalarımız hep şu israf tuzağından dolayı o deccalın tuzağına düşüp, ahretlerini de kendilerini de helak ediyorlar…


Evet, o tuzağa düşmemenin yegâne çaresi kanaattir. ‘Kanaat bitmez tükenmez bir hazinedir’. Müminlerin sığınağıdır.

* * *

İşte bakın, insanlık yeni bir ekonomik krize doğru sürüklenip gidiyor. Bunu, ekonomik gidişatı doğru okuyanlar da yıllardır görüyor ve söylüyorlardı ki dev bir ekonomik kiriz geliyor. Onların verileri, ekonominin gidişatı idi...


Bendeniz de kendimce, ‘insanlık hızla ağır bedeller ödemeye doğru sürükleniyor’ derdim çevremdekilere. Elbette ben ekonomik göstergeleri bilen veya okuyabilen biri değilim. Ama bir hakikati biliyorum ki, her şeyin bir bedeli vardır. Özellikle de nimetin.


Sevdiğim bir dost, arayıp -sanki anlarmışım gibi- “Bir miktar dolarım var bozdursam mı, bekletsem mi?” diye sorunca bu yazıyı yazmaya karar verdim. Sanki adeta, aman biraz daha artsa da o zaman satsam der gibiydi…


Evet, bu çağ kadar, nimet ve haz kullanmış hiçbir çağ olmadı. Ve hiçbir dönemde de insanlar bu kadar küstah ve bencil olmadı. Hiç kimse elindekinin emanet olduğunun farkında değil. Sıranın kendisine de geleceğini aklına getirmiyor. Ölümlerin ibret olmadığı gibi…


Hintlilerin bir deyimi var. ‘Tanrı değirmeni, geç öğütür ama iyi öğütür’ derler… Evet, şu zenginlik ve bolluk içinde azgınlaşmış insanların bir bedel ödeyecekleri zaman gelecektir. İşte yaşanmakta olan küresel kriz, o zamanın yaklaşmakta olduğunun ayak sesleridir.


Dünya ekonomi çevrelerinin Dr. Doom (Felaket Tellallı) dedikleri Nouriel Roubini uyarıyormuş ve diyormuş ki;


-Şu yaşananlar daha ne ki?

* * *

Biz Allah’tan merhamet dileyelim ki şu bela bizi de yakmasın.


Hatırlarsanız, Mısır’a ilahi hışmın geleceğini gören Musa, halkına, kurban kesin ve evlerinizin kapısına o kurban kanından sürün ki, bela taşıyıcıları sizin evlerinize uğramasın demişti.


Ben de diyorum ki, “Ey güzel insanlar, israftan uzak durun ki şu ejderhanın ateşi sizi de yakmasın”


Bununla birlikte tahmin ediyorum ki, yaklaşmakta olan felaket, Batı’ya ve onun yöntemleriyle (borsa ve benzeri her türlü spekülasyon mecraları) para kazananlara ödetilecek bir faturadır.


Geçen asrın başında en ağır faturayı biz ödedik. Bir imparatorluk, koca bir millet, muhteşem bir tarih, güzel bir din, harika bir aile hayatı feda edildi; karşılığında bir parça ‘çağdaş bir devlet’ (!) sahibi olalım diye.


İşte, hukukuyla, yargısıyla, yasamasıyla, askeri ve bürokratıyla kurumlarının birbirine tebelleş olduğuı muhteşem çağdaş devletimiz! Karşılığında verdiklerinize değdiğine inanıyorsanız, çekin yorganı başınıza keyfinize bakın.


“Eyvah biz ne yaptık diyorsanız” Rabbinize kani olun. O adildir. Boynuzsuz keçinin hakkını bile boynuzlu keçiden alacaktır. Her şeyin bir başlangıcı, kemali ve zevali vardır. Batının da vardır Amerika’nın da… Esas olan senin kendi halindir. Sen ne durumdasın, ona bak.


Tevrat’ta (Yeremya bahsi olması lazım) Şa’ya (as)’dan söz edilir. Cenab-ı Hak ona, “Git kavmini topla, ben senin ağzından onlara sesleneceğim” der. O da gider halkı toplar ve der ki, “Ey İsrail oğulları, ben sizi kıyamete kadar baki kılacağım. Hangi halkı yok etmek istersem sizi içlerine salacağım. Onları sizin ellerinizle (yani çıkaracağınız ekonomik ve ahlaki fitne ve fesatlarla) yıkacağım. Böylece size nefreti çoğaltacağım” (özetleyerek) ila ahir.. devam eder.


11 Eylül, Yahudilerin, sermayelerini Amerika’dan başka yere taşımaya karar verdikleri tarihtir. Bazı dostlarıma “Bu bir milattır. Yahudiler artık Amerika’yı terk ederler. Çünkü onların dini imanı paralarıdır ve paraları artık Amerika’da güvende değil…” demiştim.


Nitekim şu kriz, Siyonistlerin paracıklarına yeni mekân araması neticesinde doğmuş bir krizdir. Bunun böyle olduğunu bilenler biliyor, bilmeyenler yakında öğrenir. Lehman kardeşlerin İsrail’e transfer ettikleri söylenen para 400 milyar dolardır. Bu, Amerika’yı batırmaz. Demek ki kaçırılan para daha fazla… (Fakat merak ediyorum. Şimdi sıra kimde, Hindistan mı Çin mi? Bunu da yakında göreceğiz…)

* * *

Son sözüm dünyanın murdarlıklarına bulaşmak istemeyen sade müminlere. Derim ki, ayağınızı yorganınıza göre uzatın. Sanal hiçbir zenginliğe güvenmeyin. Şu zaman kanaat ve içtinap zamanıdır. Haramdan sakınmanın, farzlara riayetten daha ehemmiyetli bir hal aldığı bir dönemden geçiyoruz.


Bir lokma haram yememek için, bir gün oruçlu kalmak evladır.


Unutmayın, bir toplumun rahmeti hak etmesi için, yüzde 7’sinin müstakim olması yeter. Ne yapıp edin, o yüzde 7’lik gruba dâhil olmaya bakın.


Dünya bu vartayı da atlatır. İnsanoğlu var olalı, kim bilir kaç tane, asla bitmeyecek sanılan kışların yaz, yazların kış olduğunu görmüştür. Bu da geçer. Rabbim nefsine yazdı “Ben ve elçilerim galip gelecekler” diye. Çünkü ‘akıbet önünde sonunda müttekilerindir”


Hem, merak etmeyin, dehrin terazisi hassastır. Kefesinin biri aşağı inerken, ötekisi mutlaka yükselir. Yeter ki siz ‘elçi’lerden yana bir ‘müttaki’ olun. Kriz gelip geçer ve siz, verdiği nimetlere karşı kendinizi şükreder halde bulursunuz…


Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler…

MEHMET ALİ BULUT - GASTECİ.COM

kaplan

Erkek Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 47
Nerden : izmir karşıyaka
Lakap : söylemem
Kayıt tarihi : 30/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz